Pandora- Anne Rice Sıradan bir Anne Rice kitabı “Pandora”. Elbette
ki onun için sıradan sadece. Kitap daha ilk cümlesinde okuyucuyu
kendine bağlamasını biliyor. Rice üslubunun, hayal gücünün, bakış
tarzının birleştiği bu kitap hem eski uygarlıkları sevenler için ideal
hem de vampir sevenler için. Okurken sayfalar arasında kaybolmasanız da
sizi içine çekecek ve son sayfayı çevirdiğinizde boşlukta hissetmenizi
sağlayabilecek bir eser. Kitap 1. tekil şahısla yazılmış bir güncedir.
Pandora adlı vampirin insan yaşamını, Marius’a olan aşkını ve
ayrılmalarını yazdığı bir güncedir.
Başlangıcı Pandora’nın
yepyeni bir vampir olan David ile olan karşılaşmasını yazmasıyla başlar.
David fani hayatının artık son günlerini yaşarken ruhunu bir başka
bedenin içine yerleştirmişti. Talamasca Cemiyet’inden olan David
Talbot’un yaptığı bu imkansızlığın ötesindeki olay ölümsüzlerin
dünyasına bir meteor gibi düşmüştür. Rice’ın diğer kitaplarında da
karşımıza çıkan Lestat tarafından Karanlık Nimete sunulduğunu
öğrendiğimiz David, Pandora’yı gizemli çekiciliyle etkisi altına almayı
başardı. Pandora’nın karşı konulamaz isteği David’ı kanatları altına
almaktı.
David yaşlı ama hala bir genç kızın güzelliğini
taşıyan Pandora’dan anılarını yazmasını istiyor. Ona yazmayı sevmeyen
bir kişinin bile yazma hevesini alevlendirecek iki günce veriyor.
Pandora bunu istemese de genç David’teki bir şey onu buna çekiyor.
Pandora
günceye yazmaya küçüklüğünden, Roma’dan başlıyor. Gerçek adının Lydia
olduğunu ve babasının bir Senatör olduğunu öğreniyoruz. Ondan büyük 5
tane erkek kardeşi olduğunu ve hepsinin –biri hariç—güçlü ve korkusuz
olduklarını vurguluyor Pandora. Genç kız iyi bir eğitim görüyor hayatı
boyunca. O zamanın en önemli şairlerinden Ovid’e ayrı bir sempati
duyuyor. Ovid tamamen vermek istediği duyguları cinsel yollarla kaleme
döken bir şair olarak çıkıyor kitapta.
Pandora 10 yaşında ilk kez
karşılaşıyor Marius ile. İlk ve tek aşkıyla… Marius gezgin bir
tarihçidir. Mısır’dan Roma’ya, Yunanistan’dan dünyanın en gizemli
şehirlerine kadar her yerde yeni şeyler arayan yarı bir barbardır. Her
ne kadar Pandora’ya nişan yapmak istese de Senatör izin vermiyor.
Pandora daha çok hayat kadınlarının taptığı ve mezhebinde olduğu İsis’in
mezhebine kabul ediliyor.
Pandora bu sırada o zamanın Romasından
ve imparatorlarından bahsetmektedir. Roma İmparatorlarının yaptığı
akılsızca davranışlar ve infazları anlatıyor. Bunun nedeni ilk başta
yaşadığı zamanı göstermek gibi görünse de aslında değil. Anlatmasının
sebebi, ailesinin de infazlara kurban gitmesidir. En yakınlarından—Kim
acaba?-- biri tarafından suçlanan ailenin hepsi katledilir. Geriye
Senatör ve Pandora kalır. Senatör, Roma’ya çok uzak olan ve geleceğin
incilerinden biri olacak olan Antioch’a gönderiyor genç kadını.
Genç
kadın Antioch’a bir gemi ile gitmektedir. Gemide geçirdiği tüm geceler
ve uyuduğu gündüzleri hep aynı şeye bağlanan rüyalar görmeye başladıyor.
Şehirde İsis’in bir tapınağı vardı ve Pandora oraya gidiyor. Eski
yuvasına… Genç kadın hapsolduğu rüyaları anlatıyor rahip, rahibe ve
gizemli adama… Bu kişi daha sonra Marius olduğunu belli edecek kişiydi…
Vampir olan Marius’tu o kişi…
Kitapta günlerin hesabı tutulamıyor
sonlara doğru. Her şey sanki aynı gün içinde oluyor ve bitiyordu.
Pandora, şehirde yanmış bir vampirin olduğunu ve tapınağın
merdivenlerine her gece bir kurbanını bıraktığını öğreniyor.
Yanmış
vampirin tek istediği “Kutsal Pınar”dan kan içmek ve eski haline
kavuşmaktır. Pandora işte o zaman onları görüyor.
Pandora,
rüyalarının sebebini öğreniyor ve vampirliğe adım atıyor. Marius ile
sırrı gizli tutmaya çalışıyor ve tehlikeleri yok ediyorlar ama ne yazık
ki kendileri için olan tehlikenin adım adım yaklaştığını görmüyorlar.
Kitabın
sonu istenilen, daha doğrusu daha başka şeylerin olması düşünülen yerde
bitmiş. Bu açıkçası okuyucuları heyecanlandırmış ve “Ah!” dedirmiştir.
Kitap eski zamanlara öyle güzel ışık tutmakta ve sevilen vampir
efsanelerini birleştirmekte ki tadı damakta bırakıyor. Kitabın elbette
ki imla hataları ve çevirim hataları bulunmakta ama yinede kitabın
sürükleyiciliği fark ettirmiyor bile.
Kitabın eski zamanlardaki
erkek egemenliğine çok güzel bir şekilde değinmesi ve bir kadının nasıl
kurnaz, zeki ve atılgan oluşunu yansıtmakta olması feminist duyguları
alevlendirse de altın bir başak gibi baş üstünde tutulan vampir aşkını
hızlandırıyor. Tarih seven bir insan olarak açıkçası en sevdiğim
uygarlıklardan birinin işe karışması beni aşırı derecede tatmin etti.
Tarih sevmeyen biri bile zevk alarak okuyabilir bence kitabı.
Fakat
uyarı sizlere… Eğer daha önce Rice kitaplarından hiç okumadıysanız
dikkat etmelisiniz. Kitabın üslubu tamamen Anne Rice’ın özelliklerini
taşımakta… Ağır bir dil ve uzun betimlemelerle sayfaları dolduran
Pandora’nın hikayesi hem sıra dışı hem de kalbe dokunan cinsten…
Sayfaları
çevirdikçe içinden çıkan gizemler ve şaşırtıcı gerçekler bazen
“Biliyordum!” ve bazen de “Ciddi misin sen?” dedirtiyor. Kimseye
güvenilmemesi gerektiğini tek bir karakterde anlatmayı başaran Rice,
eserlerine şahane bir tane daha ekliyor…
“Pandora” size hem tarih
sevdirecek hem de vampirlere daha çok bağlanmanızı sağlayacaktır.
ALINTIDIR..